İçinizdeki sesi dinleyin, sizi heyecanlandıran alana yönelin. Bu sözler yaklaşık 12 yıldır yurtdışında çalışmalarını yürüten Fransa Bordeaux Üniversitesi Tıp Fakütesi’nde farmakoepidemiyoloji alanında çalışan Prof. Dr. Sinem Ezgi Gülmez’e ait.
Yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarında görev yapan Türk bilim insanlarını tanıtmak için TAF Network ile yaşama geçirdiğimiz Yurtdışındaki Türk Bilim İnsanları dizimizin bu haftaki konuğu Fransa Bordeaux Üniversitesi Tıp Fakütesi’nden Prof. Dr. Sinem Ezgi Gülmez.
Yaklaşık 12 yıldır yurtdışında çalışmalarını yürüten Prof. Dr. Sinem Ezgi Gülmez’in gençlere önerisi “Plan yapmak güzel bir şey ama içinizdeki heyecanı takip edin, keyif alacağınız alana yönelin, içinizdeki sese kulak verin” oluyor. Bu heyecan ve sesin de hiç bırakılmaması gerektiğini vurgulayan Gülmez, “Zaten o yolda heyecanla yürürken karşınıza çıkan o zorluklar, güçlükler, pürüzler çözülmesi gereken birer puzzle, bulmaca bilmece haline dönüşüveriyorlar” diyor.
Gülmez doktora ve post-doc öğrencincilerini kabul ettiklerini de söyleyerek, “Eğer bu alanda kendini geliştirmek isteyen sevgili, heyecanlı gençler benimle iletişime geçebilirler” diyerek, bu alanda ilerlemek isteyen gençlere de kapı aralıyor.
Prof. Dr. Sinem Ezgi Gülmez ile röportajı TAF Network ekibinden Naci Aydın, pervinkaplan.com için yaptı.
-Bu hafta konuğumuz Prof. Dr. Sinem Ezgi Gülmez. Hocam, sizi tanıyabilir miyiz?
Ankara’da doğdum büyüdüm. Bütün eğitimimi Ankara’da tamamladım. İlkokulu Ahmet Refik Paşa İlkokulu, ortaokul ve lise Ankara Atatürk Anadolu Lisesi, sonra da tıp eğitimimi Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yaptım. Farmakoloji uzmanlık eğitimini de yine Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gerçekleştirdim. Ankara Tıp’lıyım, yuvamdır hala. Uzmanlık eğitimimi tamamladıktan 10 gün sonra da Danimarka’ya uçtum Odense’ye. Güney Danimarka Üniversitesi Klinik Farmakoloji Araştırma Birimi’nde Farmakoepidemiyoloji alanındaki çalışmalarıma başladım. İki yıl orada kaldım ve çalıştım. Sonra Fransa’dan bir davet aldım, Bordeaux Üniversitesi Tıp Fakütesi’nden ve buraya geldim. 10 yıldır Bourdeaux’tayım. Danimarka ile birlikte toplam 12 yıldır yurtdışındayım.
-Çalışma konularınız neler?
Tıp doktoruyum ama klinik hekimlik yapmıyorum. Hiç yapmadım. Tıbbi farmakologum, evet ama farmakolojik çalışmalar da artık yapmıyorum. Yani deneysel farmakolojik araştırmalar da yapmıyorum. Alanım, yurtdışına çıktığımdan beri aslında yani 12-13 yıldır farmakoepidemiyoloji. Ne demek farmakoepidemiyoloji? İlk kez duyanlar çoğunluktadır diye tahmin ediyorum. Kısaca, çok kolayca, basitçe anlatmak isterim. İsminden de anlayabileceğiniz gibi iki bileşeni var farmakoepidemiyolojinin; bir farmakoloji, iki epidemiyoloji. Farmakoloji ilaç bilimi, epidemiyoloji de bir takım sağlık durumlarının, olgularının, belirteçlerinin, durumlarının araştırıldığı bir alan. Farmakoepidemiyoloji, bu ikisi arasında bir köprü. İkisini bir araya getiren bir bilim alanı diyebiliriz. Klinik farmakolojiden araştırma konusunu alır, epidemiyolojiden de araştırma yöntemlerini alır ikisini harmanlar ve ilaçların etkilerinin, yan etkilerinin, ilaçların nasıl reçetelendiğinin, nasıl kullanıldığının, hastaların bunu nasıl kullandığının, hekimlerin ilaçları nasıl reçete ettiğini biz büyük popülasyonlar, çok sayıda insan yani büyük toplumlar üzerinde araştırılması, onun gözlemlenmesi. Gözlemsel çalışmalardır, gözlemsel araştırmalardır. Bu ne demek? Gerçek hayat çalışmalarıdır. Ya da bir başka deyişle, gerçek hayatta ne olup bitiyorsa ilaç kullanımıyla ilgili, ruhsatlı ilaçların kullanımıyla ilgili –hem hekimler tarafından reçetelendirilmesi hem de hastalar tarafından kullanılmasıyla ilgili- gerçek hayatta ne olup bitiyorsa bunu sanki bir tanık gibi dışarıdan hiçbir müdahalede bulunmadan gözlemler. Ne işimize yarıyor bunu gözlemlemek? Toplumda o ilacın veya ilaç gruplarının kullanımıyla ilgili bir sorun varsa öncelikle bu ortaya konuyor. Sorunu önce ortaya koyarsınız ki sonra çözüme ulaşabilirsiniz ve bunu büyük insan popülasyonuyla yani toplumlar üzerinde yaptığımız için bir topluma genelleyebiliyoruz. İki, toplumlar her zaman olduğu yerde durmuyor, toplumlarda gelişiyor bireyin geliştiği gibi. Bir süreklilik var. Toplumlar geliştikçe ilaç kullanım patenleri değiştikçe veya yeni ruhsatlı ilaçlar insan kullanımına sunuldukça ne olup bittiğini işte biz bu farmakoepidemiyolojik yani gözlemsel çalışmalarla araştırıyoruz, ortaya koyuyoruz ve sorunlara çözüm bulmaya çalışıyoruz. Kısaca böyle. 12 yıldır bu alandayım. Muazzam bir heyecanla başladım, hâlâ da öyle devam ediyorum.
-Bu alanda çalışmaya nasıl karar verdiğinizi öğrenebilir miyiz?
Nasıl karar verdim, çok güzel bir soru. Sanırım biraz kendiliğinden oldu. Şimdi tanımını yaparken size orada çok güzel bir ipucu verdim aslında, “gerçek hayat çalışmalarıdır” dedim. Evet, tıp doktoruyum, farmakoloğum ama içimde, aklımda hep bir soru vardı yani klinik hekimlik yaparak insanların sağlığına katkıda bulunmuyorum, insanlara yardımcı olmuyorum ama bir şeyler oluyor bu hayatta. İnsanlar, hastalar kendi içlerinde aslında özde var olan o şifayı sağlığı kaybettiklerinde biz onların yanındayız onlara yardım etmek için. İlaçları kullanıyoruz aynı zamanda. Bunları kullanırken acaba gerçekten de hekimlerin reçete ettiği gibi mi kullanıyor hastalar o ilaçları? Ya da hekimler gerçekten o ilaçların reçete edilmesi gerektiği gibi mi ediyorlar? Ne olup bitiyor gerçek hayatta bu soru beni çok heyecanlandırdı. Textbooklarda kitaplarda çok güzel anlatılır, kriterler vardır, kılavuzlar vardır. Bütün hekimler istisnasız o kılavuzları takip ederler, bilimi takip ederler ama iş gerçek hayata geldiğinde o kılavuzlardan kurallardan çıkabiliyoruz. İşte onları ortaya koyabilmek için bu alan beni çok heyecanlandırdı. Uzmanlık eğitimine devam ederken, son iki yılında sanırım bu alanla ilgili ben makaleleri, yayınları okumaya başladım. Hiç de bir şey bilmiyordum aslında. Sıfır bilgi, anlamaya çalışıyordum. Epidemiyoloji var işin içinde, yoğun bir istatistik bilgisi var ama yani ne oluyor? Bir ilaç bir şeyin riskini arttırıyor ama neden arttırıyor acaba? Nasıl hesaplıyorlar? Bunu nasıl öngörüyorlar? Nasıl tahmin ediyorlar? Bu sorular beni heyecanlandırdı. Ne olup bitiyor gerçek hayatta sorusu, evet biz bunu tespit edebilirsek doğal bir şekilde, çözümünü de buluruz heyecanı beni bu yola soktu diyelim.
-Neden yurtdışına gitmek istediniz? Kendi imkanlarınızla mı gittiniz? Bu süreç nasıldı, yurtdışında eğitimlerini sürdürmek isteyenler için bu merak edilen bir konu.
Yurtdışına gitme heyecanım hep vardı aslında. Uzmanlık eğitimimi yaparken de bir denemem olmuştu. Ama o zaman daha aklımda farmakoepidemiyoloji yoktu. Sonra uzmanlığımı aldıktan sonra yurtdışına çıkmanın daha avantajlı olduğunu düşündüm. Farmakoepidemiyolojiye heyecan duymaya başladığımda kendime şunu sordum: “Evet, yurtdışına çıkmak istiyorum. Peki neden çıkıyorum?” Çünkü bu alan Türkiye’de yok. Ben kendimi bu alanda yetiştirmek, bu alanda üretmeye devam etmek istiyorum. Yepyeni bir alan benim için. Türkiye için yeni bir alan ama dünyada gelişmiş kimi Avrupa ülkelerinde ve ABD’de çok eski bir alan aslında. Türkiye’de kendimi farmakoepidemiyoloji alanında yetiştirebileceğim böyle bir olanak yoktu, hâlâ da yok aslında. Bu heyecanımı daha da artırdı. Hangi ülkeler olabilir ve bu alanda ileride diye bakmaya başladım. ABD’ye gitmeyi pek istemiyordum, Avrupa’da kalmayı istiyordum. Avrupa’daki ülkelere baktım, İskandinav ülkeleri muhteşemdi. 50’li 60’lı yıllardan itibaren bu alanı geliştirmişler. Fransa muhteşem, Birleşik Krallık muhteşem. Bir kriterim yabancı dil oldu. İngilizce ve Fransızca biliyordum.Bu dillerin olduğu ülkeleri belirleyerek, minik bir seçim aşaması yaptım. Sonra en önemli, encan alıcı kısmı tabi mali finansal destek bulabilmek yani burs bulabilmekti. Benim yurtdışına çıktığım yıllarda Türkiye’den uzun dönem için yani 2 yıl için burs bulabilme olanağı yoktu. İyice öğrenmek için en az 2 yıl kalmak istiyordum. O yüzden de gittiğim, çalışacağım üniversitenin bana burs sağlaması şartlardan biriydi benim için. Böyle anlatınca çok kolaymış gibi geliyor ama bunu Danimarka sağladı. Kendi olanaklarımla gitmedim. İki yıl Danimarka’da çalışırken o üniversitede bursluydum. Fransa’ya geldiğimde de burs demeyelim de yürüttüğüm projelerin bütçelerinden sözleşmeli olarak çalışmaya başladım. Sonra da zaten kadrolu öğretim üyesi oldum Fransa Bordeaux’ta. Ve bu şekilde devam ettim.
-Hocam, gençlere yurtdışı kariyerleri hakkında ne önerirsiniz? Bunun zorlukları kolaylıkları nelerdir?
Bu soruyu 12-13 yıl önce, yurtdışına çıkmaya çalışan Ezgi’ye sormuş olsaydınız başka bir yanıt verirdim. 10 yıl önce Danimarka’dan Fransa’ya taşınan Ezgi’ye sormuş olsaydınız başka bir yanıt verirdim. Ama ben şu anki Ezgi’ye göre yanıt vermeyi çalışayım. Yurtdışında okumak kolaydır. Şu anda benim için yurtdışına çıkıp kariyer yapmak, yaşamak, çalışmak, her ne derseniz yeni bir yaşam seçmek, benim için çok kolay. Neden? Çünkü bunu deneyimledim, bu alandan geçtim. İki ayrı ülkede bu işi başardım. Benim için bundan kolay bir şey yok. Bir takım yaşamsal gereklilikler var tabi ki. Bir kere ülkeyi size, o bilimsel alanda çalışmalarınızı heyecanla yürüteceğiniz o ortamı, o kişileri sağlayacak ülkeyi, üniversiteyi seçeceksiniz, o ülke de sizi seçecek. Sonra başınızı sokacak bir yer bulmanız lazım. Gittiğiniz ülkenin bir takım yasal koşulları oturma ve çalışma izni almak gibi. Bunlar bir takım normalprosedürler. Bu yaşamsal gereklilikleri hallettikten sonra yolunuzda yürümeye başlıyorsunuz zaten bilim alanında. O yüzden gençlere yurtdışı kariyeri hakkındaki tavsiyem ne olabilir? Bir, hangi alan üzerinde çalışmak istiyorsunuz? Hangi bilimsel alanda çalışmak sizi heyecanlandırıyor? “Ben bunu yaparsam hem üretken olurum hem de bir büyük bir keyifle çalışırım, devam ederim, kendimi geliştiririm” diyorsanız, önce o alanda bir kalın. Bakalım o alanda hangi ülkeler ileriler, hangilerinin muazzam araştırmaları ve olanakları var. Bir onlara baksınlar ve seçsinler ve başvurularını yapmaya başlasınlar. Heyecan önemli yani.
-Peki hocam, bulunduğunuz ülkede karşılaşılan zorluklar nelerdir? Sosyal, kültürel, eğitim vs. gibi?
Sorularınız da hep zorluklar üzerine ama. Şimdi şöyle diyelim. İki ayrı gelişmiş Avrupa ülkesinde yaşadım, yaşıyorum. Her ülkenin, her toplumun kendine göre birtakım özellikleri var. Kültürü var, tarihi var, her şeyi var. Siz bu farklılıklara, bu güzelliklere –bence- “zorluk ya da zor” diye yaklaşırsanız, zor olur. Ama evet, bu farklı ve ben farklı bir ülkeye geldim, burası memleketim değil, başka bir ülke başka bir toplum. Bu toplumun kendine özgü özellikleri var hem sosyal yaşamda hem de bilimsel yaşamda başka birtakım özellikleri var. Bunların hepsi bir harman. Ben burada kendime ne katabilirim,ben onlara ne verebilirim… Yolumda heyecanla yürümeye nasıl devam edebilirim diye yaklaşırsanız, aslında zorluk diye bir şey kalmaz. Zormuş, zorlukmuş, güçlükmüş, problemmiş, sorunmuş gibi görünen şeyler size kolay gelmeye başlar. Bakış açınızı, yaklaşımınızı değiştirdiğiniz anda o zorluklar sizin için bulmacayı, bilmeceyi çözmek gibi eğlenceli bir hale gelir. Hem siz gelişirsiniz hem ülkemize daha çok katkıda bulunursunuz hem de çalıştığınız ülkeye de katkıda bulunursunuz. Dolayısıyla dünyaya, bilime, evrenselliğe daha çok katkıda bulunursunuz.
-Hocam hep zorluklar üzerinden gidiyoruz ama yine zorlukla ilgili bir soru soracağım. Eğitim hayatınızda karşılaştığınız en büyük zorluk neydi hocam?
Çok tatlı bir soru oldu. Şimdi nasıl yanıt versem? Yani ilkokuldaki Ezgi nasıl da aklıma geldi şimdi. Ben Güneş ile Ay tutulmasını bir türlü anlayamazdım ilkokuldayken. Hatta Fen Bilgisi’nde de o soru çıkmış, bak şimdi nereden nereye? Anılar, gelmeye başladı aklıma zorluk deyince. Yapamamıştım o soruyu ve hayatımda ilk kez ilkokulda 5 üzerinden 3 almıştım. Ortaokulda falan da anlamadığım şeyler vardı konular, nasıl diyeyim, onlara zorluk gözüyle bakarsanız, evet zordu o sınavları geçmek –eğer amacımız sadece sınav geçmek ise. O diplomaları almak, eğitimi tamamlamak… Liseyi bitirdikten sonra benim zamanımda ÖYS vardı. ÖYS’ye ben iki kere girdim. Mesela o zorluksa iki kere o sınavı yaşamış o da bir zorluk ama neyi istediğime karar verdim o yolları, o süreci yaşarken. Tıp fakültesini bitirdim mesela, TUS’a da iki kere girdim ben. O da zordu, o sınavları, o stresi iki kere yaşamak da zorluktu. Ama şimdi bana sorarsanız, onlar zorluk değil. Eğitiminizi tamamlamak için geçmeniz, yaşamanız, başarmanız gereken durumlar, koşullar. Asıl önemli olan, amacınız sadece diploma almaksa eğer diplomayı alırsınız çocuk oyuncağı. Asıl amacınız sadece diploma sahibi olmak mı; yoksa sizi heyecanlandıran, kariyerinizde, işinizde sizi böyle coşkuylaitekleyen o yola girmek, o heyecanı aktive edecek işi yapmak mı? Sevdiğiniz şekilde, sevdiğiniz işi yapmak mı? Asıl soru bu bence. Yani eğitim hayatımda yaşadığım en büyük zorluk nedir? Yok sanırım.
-Sosyal hayatınız nasıl? Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz? Neler okuyorsunuz mesela, bunu öğrenebilir miyiz?
İş yaşamı dışındaki mi? Yani iş günüm normal bir rutin ile başlıyor. Sabah gidiyoruz ofise. Bilgisayar başı aslında bizim ofislerde yaptığımız iş. Hasta görmüyoruz. Bir takım veri tabanlarını kullanıyoruz. Bilgisayar başında oluyor bütün işler. Yürüttüğüm projelerdeki ekip arkadaşlarımla toplantılar yapıyorum gerekirse. Elimde yazdığım yazılar var, makalelerim var, raporlar var. Bunlarla ilgileniyorum. Genel olarak bu şekilde geçiyor bir iş günü diyelim. Onun dışında sosyal yaşamımda, yürüyüş yapmayı çok seviyorum. Birkaç yıldır düzenli yürüyüş yapıyorum. Birkaç aydır da pilates yapmaya başladım, herkese tavsiye ederim. Bedensel, ruhsal, fiziksel sağlığınız için çok güzel bir şeymiş. Çok tatlı arkadaş gruplarım var. Onlarla çıkıyoruz, eğleniyoruz, konuşuyoruz değişik konularda. Neler okuyorum, hangi kitaplar. Bu aralar aslında başka bir alanda kendimi yetiştirmeye başladım. Finansal zeka konusunda, bununla ilgili kitaplar okuyorum. Bu alanda kendimi geliştirmek beni çok heyecanlandırmaya başladı. Yani kendi bilim alanımda okuduğum konular makaleler dışında tabii ki. Onlar zaten işimin bir parçası, onları hiç söylemedim bile.
-Gençlere lise ve üniversite hayatlarında geleceğe dair nasıl plan yapmalarını önerirsiniz?
Ben kendi yaşamımı paylaşayım isterseniz. Sevgili gençlerde yaşamlarına adapte etmeye çalışsınlar kendilerine iyi gelen şekilde. Benim aslında bir planım yoktu. Şimdi siz sorunca fark ettim. Ne lise de ne de tıp eğitimim boyunca aslında şu mesleği yapacağım ya da işte tıp eğitimim boyunca şu uzmanlık branşını seçeceğim gibi bir planım yoktu. Hatta çok enteresan, şimdi nereden nereye. Zorluk dediniz ya oralara gidiyor konular yine. Ben aslında doktor olmayı ilk başta istemedim. Mühendis olacağım diye girdim ÖYS’ye. Sadece mühendislik tercihi yapmıştım ilk girdiğim yıl ve kazanamadım ÖYS’yi. ÖYS’ye ikinci kez çalışırken fark ettim ki aslında ben mühendis olmak istemiyorum. Nereden o fikir gelmiş onu bile hatırlamıyorum. O yolu yeniden yürürken, o süreçte fark ediyorsunuz ve doktor olmaya karar verdim. Neden? İnsanlara yardım etmek istiyorum bir şekilde. İnsanların sağlığına katkıda bulunmak istiyorum. Böylece tıp tercihi yaptım. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandım. Tıp eğitimi devam ederken de çok emin değildim, bilmiyordum hangi branşta uzmanlaşmak istediğimi. O son yıllarda şekillendi. Pediatrist olmak istiyordum mesela. İlk TUS’a girdiğimde pediatri tercihleri yaptım sadece, kazanamadım. Sonra tekrar sınava çalışırken “Bir dakika ben neden pediatrist olmak istiyorum ki?” diye gerçekten o soruyusorduğumda çok da istemediğimi fark ettim. Ve farmakolojiyi aslında fakülteden beri sevdiğimi fark ettim. Neler neler fark etmişim. Böylece Farmakoloji’yi kazandım. Sonra şimdi düşünüyorsunuz. Bakın şimdi.Tıp doktoruyum, farmakoloğum ama ne klinik hekimlik yapıyorum ne de deneysel farmakolojik araştırmalar yapıyorum. Yolum tamamen yine değişti. Neden? Çünkü hayatı yaşarken beni ne heyecanlandırıyor, karşıma bir şey çıkıyor “Bir dakika bu beni heyecanlandırmaya başladı” deyip o tarafa yöneldim. Heyecanla, istekle yürüdüğünüzde zaten o kadar güzel işliyor ki her şey ve siz heyecanla devam ediyorsunuz o yola. O yüzden beli bir plana bağlı kalmak, yani yapabilirsiniz elbette plan yapmak da güzel bir şey ama şu içinizdeki sesi bir dinleyin. Sizi ne heyecanlandırıyor ne yapmak istiyorsunuz,o size yol gösteriyor. Bakalım ilerde belki başka bir şey daha olabilir, alan değiştirebilirim. Bu muazzam bir özgürlük ve hepimiz için var.
-Bildiğiniz gibi yurtdışındaki bilim insanlarımız için beyin göçü yapmış algısı varTürkiye’de. Bu konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Gerçekten öyle mi, neler söyleyebilirsiniz bu konu hakkında?
Beyin göçüyle tanımlananın aslında ne olduğunu çok da anlayabilmiş değilim aslında. Göç ifadesiyle kastedilen aslında çok başka bir şey ama, çok net bir yanıt vereyim. Bilim evrenseldir. Bilim insanı da evrenseldir. Bilimin evrensel kuralları vardır, bilim bir yaşam biçimidir. Bunu heyecanla gerçekleştirmek için hangi ortam, hangi ülke, hangi üniversite, hangi araştırma kurumu size en iyi şekilde olanak sağlıyorsa, hizmet ediyorsa ve siz tabi o kuruma, o ülkeye hizmet ediyorsanız, orada çalışmak kadar doğal bir şey olamaz. Ülkemiz Türkiye’ye katkıya gelince, sizin çok güzel bir tanımınız var TAF Network’ün, bayılmıştım ben ona. ‘’Beyin gücü’’ diyorsunuz. Naçizane her birimiz aslında memleketimiz için birer gücüz. Olduğumuz yerde ürettiğimiz bilgilerle, araştırmalarla, yaptığımız işlerle, çalışmalarla zaten ülkemize katkıda bulunuyoruz. Bu muazzam bir çeşitlilik, çokluluk. Ne varsa o çalıştığımız ülkede, hangi yenilikler, hangi olanaklar varsa zaten bir şekilde onu biz memleketimize taşıyoruz. Fiziksel olarak Türkiye’de olmuyor olmamız, Türkiye’ye hiçbir şekilde artık katkıda bulunmuyoruz anlamına gelmiyor. Kesinlikle gelmiyor. Dediğim gibi bilim evrensel, bilim insanı da evrensel. Her zaman inandığım şey de şu, ben ve inanıyorum ki tüm yurtdışında çalışan Türk bilim insanlarımız, her zaman her şekilde memleketimize ışık olmaya, yardımcı olmaya devam ediyoruz ve edeceğiz. Ve bunu büyük bir heyecan ve coşkuyla yapıyoruz. Fiziksel olarak bulunduğumuz ülkeler, bir kısıtlılık, sınırlama olamaz bile.
-Çalışma konularınızın ülkemizde de ilerlemesi için ne gibi eksiklikleri gidermemiz gerektiğini düşünüyorsunuz?
Güzel bir soru, Farmakoepidemiyoloji Türkiye’de yok demiştim. Yok, gerçekten yok. Yakın zamanlarda yapılmaya devam eden çalışmalar var ve ben de çok heyecanlanıyorum bu çalışmaları, bilimsel yayınları gördükçe. Başlangıç var çok güzel. Ama yeterli değil. Neler yapabiliriz. Şimdi bu alan o kadar kapsamlı ve geniş bir alan ki, içinde tıp hekimleri var bizler gibi, eczacılar var, hemşireler var, araştırma görevlileri var, genetikçiler var… Yani sağlıkla ilgili, sağlık çalışanları, sağlık profesyonelleri herkes bu alanın bir parçası. Öte yandan sağlık otoriteleri var. Hükümetler var, ilaç sağlayan, üreten, piyasaya sunan ilaç firmaları var. Bunlar aslında bu alanın farklı birleşenleri. Bir araya gelip herkes kendi perspektifini sunup çözüm önerileri getirdiğinde ülkemizde bu alanın gelişmesi çok daha hızlanabilir, ivme kazanabilir. Bilim insanları, bilimsel perspektiflerini sunarlar, elbette çözüm önerileri getirirler. Hükümetler, sağlık otoriteleri bu konuda neler gerekiyorsa onlar yardımlarını ve çözüm önerilerini getirirler. Keza sanayi de ilaç sektörü de kendi önerilerini ve yardımlarını getirir, ortaya konur. Hepsi harmanlanıp ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda bu alan gayet güzel bir biçimde gelişir, oturur. Hakkıyla yerine getirmeye, yüksek kalite düzeyinde bilimsel çalışmalar yapmaya devam edilir.
-Hocam, üniversite veya laboratuarlarınızda açık pozisyonlar var mı? Bu pozisyonlar için hangi nitelikte araştırmacılar arıyorsunuz?
Şu anda çalıştığım Bordeaux Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde açık pozisyonla tam olarak neyi kastettiğinizi anlayamadım ama doktora ve post-doc öğrencilerini kabul edebiliyoruz, öyle söyleyelim. Bir üniversitede bir pozisyon açılmıyorsa yani, başka bir üniversitede başka bir yerde mutlaka açılıyordur. Biz şuanda PhD ve post-doc öğrencisini alabiliyoruz. Memnuniyetle de alırım eğer bu alanda çalışmak, kendini yetiştirmek isteyen sevgili gençler varsa. İletişime geçebilirler benimle. Pozisyonlar için hangi nitelikte araştırmacılar arıyoruz…Bu soruya ben çalıştığım üniversite kapsamında değil de kendim neler bekliyorum onu paylaşmak isterim. Hep röportajın başından beri paylaştığım şey; o gencin gözlerinde, sözlerinde, beden dilinde o bilim heyecanını görmek,yaşamak, hissetmek isterim her şeyden önce. Yani gördüğümde, yüz yüze geldiğimizde “Evet bu çocuk, bu alanda yürümek istiyor. Kendini bilime adamak istiyor. Bunu bir yaşam biçimi olarak kabul etmek istiyor. Heyecanlı. Süper!” diyebilmeliyim. Ondan sonra bir takım teknik gereklilikler var tabi. Özgeçmişinde istediğimiz şeyler var. Onlar da gerçekleşiyorsa bu işte beraber yürünür. Beni heyecanlandıran,benim olumlu düşünmemi sağlayan ilk şey gözlerinizdeki, sözlerinizdeki, beden dilinizdeki o bilim heyecanını görmem, hissetmem, duymamdır.
-Peki hocam son olarak, gençlere tavsiyeleriniz nelerdir? Ne tavsiye edersiniz onlara?
Ne tavsiye edebilirim... Çocuklar... Çocuklar diyorum ama bunu söylemek çok hoşuma gidiyor benim. Türkiye’deki hocalarımız çocuklar derdi. Hatta Fransa’da da çocuklar diyorlar. Lütfen içinizdeki o heyecanı bir keşfedin. Ne yapmak, hangi alanda çalışmak sizi heyecanlandırıyor bir onu keşfedin ve o heyecanı takip edin. Ne olursa olsun o yolda yürümeye devam edin. Zaten o yolda heyecanla yürürken karşınıza çıkan hep zorluk diyoruz ya başından beri, o zorluklar, güçlükler,pürüzler çözülmesi gereken puzzle, bulmaca bilmece haline dönüşüveriyorlar. Lütfen kendiniz olun, kendi içinizdeki, kalbinizdeki heyecanı canlı tutun ve onu takip edin.
-Çok değerli bilgiler verdiniz teşekkür ederiz hocam. Son olarak bilim insanlarıyla 5 soru 5 cevap köşemiz var. 5 soru soracağız, bu sorulara kısaca cevap verebilirsiniz.
Çok heyecanlı, hazırım.
-Hocam, sizi ne heyecanlandırır?
Beni ne heyecanlandırır? İş, profesyonel anlamda mı yanıtlayacağım bu soruları yoksa normal yaşamımda mı? Ya da ikisini birbirine adapte edebiliriz.
-Tabi hocam ikisi de olur.
Beni, sevdiğim işi veya şeyi – o sevdiğim neyse- sevdiğim şekilde, istediğim şekilde,sevdiğim istediğim yerde, sevdiğim kişiler, kurumlar, sevdiğim ve istediğim ortamda heyecanla yapmak heyecanlandırır.
-Peki heyecanınızı ne öldürür?
Heyecanın ölmesi demeyelim de çocuklar –gene çocuklar dedim çok tatlı olduğunuz için ondan- motivasyonun düşer tabi ki. Düşebilir yani, yürüttüğün bir proje yolunda gitmediyse, bir pürüzle karşılaştıysak motivasyonum düşebilir ki düşüyor da. Heyecanım bitiyor gibi olabiliyor, bir kere ona bir izin veriyorum. Ama arkasından şöyle bir bakış açımı değiştiriyorum. “Bir dakika burada istediğim şekilde yolunda gitmeyen şeyler oldu, acaba niye oldu?” deyip bakış açımı değiştirip yaklaşımımı değiştirip yeniden ele alıyorum o konuyu. Pek bir yanıt olmadı heyecanımın düşmesi konusunda. Ben heyecanın yüksek olması odaklayım hep.
-Hocam bu çok ilginç bir soru, hangi mesleği yapmak istemezsiniz?
Çok şeker bir soru oldu bu. İlk aklıma geleni söyleyebilir miyim? Herhalde terzi olamazdım. Yani o ipliği o iğneye geçiremiyorum ben bir türlü ya da iğneyi ipliğe. Dikiş sökük de bilmem, hiç de hoşlanmam. Herhalde terzi olamazdım.
-Hocam herkesin bir kahramanı vardır. Sizin kahramanınız kim?
Aa, herkes kendi yaşamının kahramanıdır çocuklar. Öyle bilin. İlham aldığımız muazzam kişiler var elbette ve olmaya devam edecek ama siz önce kendi hayatınızın kahramanı olun.
-Peki hayat felsefenizi hangi cümle özetler?
Yaşam denen bu güzel hediyeyi yaşarken, deneyimlerken her ne yapıyorsan çalışırken sosyal hayatında, günlük hayatında, özel hayatında her ne yapıyorsan keyif alarak yapmak.
-Hocam sizinle röportaj yapmak gerçekten çok güzeldi. Bu yoğun iş temponuz arasında bize vakit ayırdınız. Çok teşekkür ediyoruz size.
Ben çok teşekkür ederim. Çok tatlı, çok keyif aldığım bir röportaj oldu. Belki bundan sonra zora odaklanmayı bırakırsınız, vazgeçersiniz.
Bu röportaj TAF Network ekibinden Naci Aydın tarafından pervinkaplan.com için gerçekleştirildi.